Sayfalar

8 Eylül 2010 Çarşamba

Lütfen Ölmeme İzin Verme


Lütfen Ölmeme İzin Verme

Aysel ile felsefe grubumuzun toplantılarında tanışmıştık. Uzun süren bir arkadaşlığımız oldu. Yine aynı toplantılara katılan Serkan ile bu toplantılarda tanışıp evlenmişlerdi. Sonra grubumuz dağıldı. Kimimiz evlendi, kimimiz iş güç derdine düştü ve birbirimizden koptuk. Görüşmelerimiz seyrekleşti. Aysel ve Serkan ile ara ara görüşsek de eskisi kadar sık değildi. Ailelerine bir bebek de katılmıştı. En son onları ziyaret ettiğimde bebek birkaç aylıktı. Sonra hayatın telaşına dalıp uzunca bir süre görüşemedik. 
Aynı grup toplantılarına katılan Mehmet aradı bir gün beni. Biliyor musun Aysel ameliyat oldu bir gözünü aldılar dedi. Çok şaşırdım haberim yoktu hiç bir şeyden. Ne oldu ki dedim? Aysel kansere yakalanmış, beyninde tümör varmış gözünü de sarmış ameliyatla almışlar dedi.
Bunun üzerine ondan Aysel’in yeni telefonunu alıp hemen aradım. Bana çok yakın bir yere taşınmışlar. Ertesi gün ziyaretine gittim. Ameliyat olalı birkaç ay olmuştu. Bir gözü bandajlıydı. Gülüyordu her zamanki gibi. Bu beni rahatlatmıştı. Onu çok morali bozuk bulacağımı düşünüyordum ve huzursuzlanıyordum. Böyle anlarda teselli modunda olmak her zaman beni huzursuz eder. Çünkü eğer durum umutsuzsa teselli etmenin bir faydasının olmayacağını düşünürüm hep. Kemoterapi görüyordu ve oldukça umutluydu. 

Sokak Köpeği


O sabah işe gitmek için her zamanki gibi otobüs durağında bekliyordum. Soğuk bir kış günüydü. Otobüslerin hangi semte gittiğine bakarken, sol tarafımda, bir insan boyunda olamayacak bir beyaz kıpırtının hareket ettiğini farkedip gözlerimi o yöne çevirdim. Gelen bir sokak köpeği idi. Bej renginde, yerden 30 cm yükseklikte bir köpek. Öylesine zayıftı ki, sadece deri ve kemikten oluşuyordu sanki. Güçlükle yürüyor, soğuktan ve dermansızlıktan tir tir titriyordu. Yavaşça geldi, durakta bekleyen şişmanca bir kadının bir metre berisinde durdu. Birkaç kere titredi olduğu yerde ve arka ayakları üzerine oturup, sabit tutmaya çalıştığı başını kadına doğru çevirdi ve kadına bakmaya başladı.

Kadın bir ev kadını görünüşündeydi. Fanilasını dirseklerine kadar sıyırıp, sürekli nemli ellerle dolaşan, mutfakta pişirdiği çöreklerin, böreklerin kokusunu gezdiği yerlere dağıtan kadınlara benziyordu. Belki de bu köpek onun için onun önünde durmuştu. Yemeklerle haşır neşir birisi yanında yiyecek de taşıyor olabilirdi ona göre. Ama evinde sıcak bir yemek kokusu olan bu kadın sokağa çıkınca, tanımadığı insanlarla göz göze gelmek korkusuyla, başını yukarı kaldırır, soğuk ulaşılmaz bir ifade takınır, sadece gelip geçen otobüslerle ilgilendiğini göstermek için yola boş gözlerle bakardı. Bu yüzden bir metre ötesindeki ona gözlerini dikmiş bakan köpeği farketmedi.

Kopar At Dizginleri


Yaşlı bir Aborjin ve karşısında bir genç kız. Kız sorar, sormadan önce adam biraz üfürmüştür tabi;  Sizin hayatınızda çemberlerin ucu hep açık. Çember ne? İlişkiler , işleriniz , dertleriniz,  hep birer çemberdir.
Bu çemberleri kapamıyorsunuz ve açık yaralar olarak sürekli meşguliyet altında bırakıyor ruhunuzu.
Neyse kız sorar.  ( sorsun artık bana da fenalık geldi)
Bu çember nasıl kapanacak.. Mesela bir arkadaşımızı seviyoruz ama artık geçinemiyoruz ..
Kaldı ki sevgi azalması falan da yok.
Adam cevap verir ;
Arkadaşım  yada akrabam,  her kim olursa olsun ; artık benim yaşama enerjimi tüketmeye başlamışsa,  bana yaşama zevki vermiyorsa ona derim ki;
"Bak arkadaşım , dostum , akrabam ... Seni hala seviyorum .. Ama gördüğüm kadarıyla artık aynı çizgide anlaşmamız mümkün değil. O yüzden senin üzerinde ağırlık oluşturmak ve seni de incitmek istemiyorum.. Artık yollarımızı ayırıyor, seni ( sevdiğim halde) kendi yoluna bırakıyorum , elveda" .